Hamileliği de katarsak 3 yıldır sürekli ebeveyn kitapları okuyorum. Türlü türlü metotlarda çocuk yetiştirmeyi incelerken ödül cezayı savunan da çıktı savunmayan da; uyku eğitimini öneren de oldu önermeyen de; kucağa alıştırın diyen de oldu kaçın diyen de. Yani eğer ebeveyn kitaplarının içine daldıysanız çıkmak çok zor oluyor. İşin en güzeli tüm okuduklarınızdan içinize sineni evinize ve yüreğinize koyup sağlıklı ve huzurlu çocuk yetiştirebilmektir.
Peki, bu kolay mı? Sevsen şımarır, sevmesen özgüveni azalır. Hangimiz evladını “Seni verene kurban olurum aşkımmm” diye sevmiyor ki? Ama ikilemde kalıp duruyoruz. İşte tam bu noktada Alfie Kohen “Şımarık Çocuk Bir Şehir Efsanesi” diyerek yüreğimize su serpiyor. 301 sayfalık kitap ilk olarak 2014 yılında orijinal adı “The Myth of the Spoiled Child” ile basılmış, 2017’de de Görünmez Adam Yayıncılık’tan Yiğit Ataman’la Türkçe’ye çevrilmiştir.
Okuduğum en uzun notlar + kaynakça + dizin bölümüne sahip kitap, 8 ana bölümden oluşuyor:
- Müsamahakâr ebeveynler, pışpışlanan çocuklar ve diğer güvenilir umacılar
- Geniş açıdan ebeveynlik
- Aşırı ebeveynliği aşırı vurgulamak
- Kafaya çekiç yeme dersleri: Motivasyon, başarısızlık ve katılım ödüllerine duyulan öfke
- Temeldeki değerler: Koşulluluk, nadirlik ve yoksunluk
- Özsaygıya yapılan saldırılar
- Özdisiplin neden bu kadar büyütülüyor? Yılmazlık, şekerlemeler ve içeriden kontrol mercek altında
- Asiler yetiştirmek
Fikirlerimi ve bazı önemli noktaları vurgulamadan önce şunu belirtmek isterim: Okuması zor bir kitap. Bilimsel dil çok kullanılmamasına rağmen o kadar yoğun bilgi içeriyor ki zaman zaman başlığa ve önceki sayfalara bakmadan edemiyorsunuz. Bir cümlenin altını çizerken düşünceye dalıyor ve bağlantıyı pekiştirmek için tekrar önceki sayfalara dönebiliyorsunuz.
Özellikle ilk kez anneliği tadan kadınların sıklıkla başvurduğu ebeveyn kitapları, son dönemde helikopter ebeveynliğini o denli eleştiriyor ki, en ufak bir “fazla ilgi veya koruma” gösterisinde “Şimdi helikopter anneliği mi yapıyorum?”u, annenin tüm disiplinine karşı babanın daha yumuşak, ılımlı davranmasını “Acaba çok mu müsamaha gösteriyorum?” düşüncesiyle çarpıştırıyoruz. Oysaki Alfie Kohn, kitapta sunduğu sayısız (gerçekten saymaya kalksanız sıkılabilirsiniz) bilimsel verinin aslında bu “Yeni nesil ya da zamane çocukları” tamlamalarının yeterli dayanağa sahip olmadığını iddia ediyor. Helikopter ebeveynliğinde sınırı korumanın önemli olduğunu belirtiyor. Yani, çocuğunuzun yapması gerekenleri sizin yapmanızla çocuğu serbest bırakma arasında fark var imiş. Korumacılığınız sadece karşılıksız sevgiden geliyorsa ve sınırı da koruyabiliyorsanız sorun yok.
Her yeni bir bölüme geçerken de yazar hak vermeden edemiyorsunuz. Anketlerin, bilimsel çalışmaların, “çoğunluğun” sadece tek bir noktaya odaklandığını ama her ailenin, her bireyin kendi huy, karakter, sosyo-kültürel çevresi, ekonomik durumu, fiziksel özellikleri olduğunu irdelemediklerini güzel güzel açıklıyor. İşlenen her somut örnek, havada asılı kalan sözlerden çok daha etkili oluyor.
Celil Ediz bu kitabı okuduğumda 27 aylıktı. 27 ay boyunca tek başıma büyüttüğüm bebekle ve onu yetiştirme tarzımla ilgili o kadar çok eleştiri aldım ki, yazmaya kalksam içiniz kararır. Bu kitabı okuyarak aslında eleştirilerin yersizliğini topluca kanıtlanmış hissettim. Taleplerine cevap verdiğim oğlumun şımarıklığı (ileride şımarıklık = narsistlik olarak damgalanacak) aylardır bilinen bir ön yargı lakin Alfie Kohn der ki asıl şımarıklık anne babadan koşulsuz ilgi ve sevgi gören değil, tam tersi ilgisizlik ve yalnızlıkla büyüyen çocuklarda görünen bir eğilimmiş. Bunla ilgili araştırmalar da var.
Başlarda Alfie Kohn’nun bilimsel verilere bakış açısını garipseyebilirsiniz. Hepsine bir şüpheyle yaklaşıyor, hepsini sorguluyor ve sanki hepsini reddediyor. Bu da mantığa pek oturmuyor. Lakin neden her anketi olduğu gibi kabul etmek gerekiyor ki? 8. Bölüm “Asiler Yetiştirmek”te der ki: “Sözcüğün iki anlamıyla da “eleştirel” olmalıyız: Hem kusur bulmaya çalışmalı hem de dikkatli çözümlemeler yapmalıyız. Kısacası, “Eğer evet dersen ben hayır derim,” değil de, “Eğer anlam veremediğim bir şey yapar veya söylersen nedenini sorarım, belki ondan sonra hayır der ve diğer kişilerin de aynısını yapmasını öğütlerim,” demeyi seçmektir.”
Alfie Kohn bana narsistliğin bile farklı dereceleri olduğunu, şımarıklığın gelecekte narsistlikle direk bağlantılı olmadığını, koşulsuz sevginin ileride evladınızın da koşulsuz sevmesi için önemli bir etken olduğunu, aşırı ebeveynliğin üzerine aşırı gidildiğini, kime göre neye göre müsamahakâr olunduğunu, bir konuyu irdelerken ya da eleştirirken birçok yönünün olduğunu ve bunun araştırılması gerektiğini öğretti. Kaygılı anne baba olmanın, her hareketimizde bir destur çekmenin yanlışlığını gösterdi. Eğer ki çocuklarımızı seviyor ve bunu onlara içtenlikle gösteriyorsak önünde sonunda onların da kendi hayatları için adım atabileceklerini anladım. Bir de o eleştirilerin sağ kulaktan girip sol kulaktan çıkması gerektiğini “bilimsel açıdan” gördüm 🙂
Çocuğunuz sizin hayatınız, geleceğiniz, belki vicdanınız ve hayata yeniden başlamak için (benim için öyle oldu) dönüm noktanız! Böyle güzel bir lütuf size bahşedilmişken sorgulamayı bırakmayın; koşulsuz sevgi ve ilginizle ona bir hayat sunun. Belki maddi olarak her şeyi veremeyebiliriz ama bu sevgi ve alaka maddiyatın önüne geçeceği aşikar. Belki büyüyünceye kadar bunu anlamayacaklar ama er geç kabul edecekler 🙂